Bertolt Brecht Sanatı ve Yaşamı:
Asıl adı Eugen Bertolt
Brecht (Doğum, 10 Şubat 1898 Augsburg - Ölüm, 14 Ağustos
1956 Berlin ADC) şair, oyun yazarı, tiyatro yönetmeni ve
kuramcısıdır. Başarılı oyunlarından başka kuramsal
yazıları ve uygulamada getirdiği yeniliklerle de 20. yy
tiyatrosuna yön vermiş öncülerdendir. Aristotelesçi olmayan
Epik tiyatro anlayışıyla devrim yaratmış, çağdaş siyasal
ve maddeci tiyatronun önde gelen temsilcilerinden olmuştur.
Zengin bir aileden gelen Brecht, Augsburglu bir kağıt
fabrikası müdürünün oğluydu. İçinde doğup büyüdüğü
Augsburg, Kaiser Wilhelm döneminin başlarında küçük
sanayisi hızla gelişen tam bir burjuva kentiydi. 1914-15'te
Augsburger Neueste Nachrichten adlı gazetede ilk şiir ve
düzyazılarını yayınlayan Brecht, edebiyata ve tiyatroya ilgi
duymasına karşın, 1917'de liseyi bitirdikten sonra Münih'te
tıp okumaya başladı. I. Dünya Savaşı'nın son yılında,
1918 sonbaharında askere alındı ve Augsburg'daki askeri
hastanede sağlık görevlisi oldu. Brecht'in hastanede tanık
olduğu sefalet, ölümüne değin kararlı bir şekilde
sürdüreceği savaş karşıtı tutumunun temelini oluşturdu.
Aynı zamanda kişiliği de, belli başlı yönleriyle bu
yıllarda belirginleşti.
Brecht ilk oyunu 'Baal'i 1918'de yazdı. 1919-1920'de Volkswille
adlı Augsburg gazetesinin tiyatro eleştirmeni olarak acımasız
yazılar kaleme aldı. 1919-23 arasında Münih'te tıp
öğrenimini sürdürdü. Ama o günlerde daha çok yazarlar ve
tiyatocularla ilişki kuruyordu; bir süre de ünlü kabare
sanatçısı Karl Valentin'in yanında çalıştı. 1920-21'de
Berlin tiyatro çevrelerinde tutunmaya çalıştıysa da başarı
sağlayamadı. 1920'de annesinin ölümü üzerine tıp
öğrenimini yarıda bıraktı, Münih'te yazarlıkla geçinmeye
başladı. Tiyatro alanındaki ilk başarısını 'Trommeln in
der Nacht' (1922; Geceyarısı Trampet Sesleri) oyunuyla
kazandı. 1922'de Münih Oda Tiyatrosu'nda kendisinin sahneye
koyduğu oyun, Kleist Ödülü'nü kazanmasını sağladı. Aynı
yıl Marianne Zoff adlı bir tiyatro oyuncusuyla evlenen Brecht,
1923'te 'Im Dickicht der Stadte' (1921; Kentlerin
Fundalığında), 1924'te 'Leben Eduards des Zweiten von England'
(1924; İngiltere Kralı II. Edward'ın Yaşamı) adlı
oyunlarının Münih Oda Tiyatrosu'nda sahnelenmesinden sonra,
yazar Carl Zuckmeyer'le birlikte Max Reinhardt'dan aldığı
öneri üzerine Berlin'e yerleşti. 1924'ten 1926'ya değin
dramaturg olarak Max Reinhardt'ın yanında Deutsches Theater'de
çalıştı. İlk evliliği başarılı olmamıştı. Daha sonra
ilişki kurduğu, gene bir tiyatro oyuncusu olan Helena
Weigel'den 1926'da bir oğlu oldu; 1928'de Weigel'le Brecht
resmen evlendiler. Bu evlilik Brecht ölene değin sürdü.
ERKEN DÖNEM YAPITLARI
Brecht'in ilk dönem oyunları, dışavurumcu tiyatro anlayışı
doğrultusundaydı. Henüz belirgin bir siyasal çizgisi olmayan
bu yapıtlarda, Brecht'in daha sonra geliştireceği yeni tiyatro
kuramının izleri de görülmüyordu. Ama orta sınıf
kültürünü yakından tanıyan Brecht, daha bu ilk
yapıtlarında bile burjuva değerlerine karşı çıkmıştı.
Örneğin balad türündeki ilk şiirlerinde, burjuva
değerlerine duyduğu tiksintiyi, toplum dışı kişilere
beslediği yakınlığı dile getirmişti. İlk oyunu Baal'in
kahramanı da bu türden ayyaş, serseri bir şairdi. Topluma
uyum sağlayacağına ölmeyi yeğleyen, toplum dışı bir
kişinin canlandırdığı oyun, arada şarkılarla
bölünmüştü; art arda dizilmiş birbirinden bağımsız
sahneleri ve genelde ağır basan lirik üslubuyla daha çok
balad türüne yaklaşıyordu. 'Baal'de yer alan ve oyunun
akışıyla doğrudan ilgili olmayan, kendi başlarına birer
şiir niteliği taşıyan 'Choral vom grossen Ball' (Büyük Ball
Korali) ve 'Ballade vom ertrunkenen Maedchen'ı, (Boğulan genç
kız baladı) Brecht sonradan ilk dönem şiirlerini bir araya
topladığı 'Hauspostille' (1927; Dua Kitabı) adlı kitabına
aldı. Brecht 1926-27'den sonra diyalektik maddecilikle yakından
ilgilendi. Bir yandan üniversitede Karl Korsch'un derslerine
katılırken (1932-33) bir yandan da o yıllarda Berlin'de
bulunan yönetmen Erwin Piscator'la birlikte çalıştı.
Piscator'la yaptığı işbirliği, kafasında yeni bir sahneye
koyma anlayışının, yeni bir dramaturji görüşünün
belirginleşmesine yardımcı oldu. 1927'de yazdığı 'Mann ist
Mann' (Adam Adamdır) bu doğrultudaki ilk oyunuydu. Burada ilk
kez, daha sonraki oyunlarında sık sık karşılaşılacak olan
'parabol' (mesel) biçimini kullanmıştı. Hamal Galy Gay'in bir
gecede emperyalist bir askere dönüştürülmesini anlatan oyun,
bir tez ve bu tezin doğrulanması biçiminde yazılmıştı.
Brecht'in bundan sonraki yapıtı 'Dreigroschenoper' (1928; Üç
Kuruşluk Opera, 1964), ona dünya çapında ün sağladı.
Oyunda, yeni geliştirmekte olduğu epik tiyatro anlayışı
doğrultusunda, izleyicilerin kendilerini oyuna
kaptıramamalarını ve olaylar karşısında eleştirel bir
tutum alarak kapitalist burjuva düzeninin gerçeklerini
anlamalarını amaçlıyordu. 18. Yüzyıl İngiliz yazarı John
Gay'in 'The Beggar's Operası'nın (Dilenci Operası) bir
uyarlaması olan oyun, apaçık bir toplumsal eleştiri
getiriyorsa da, siyasal eğiliminde henüz bir bütünlük yoktu.
Brecht, ancak ilerde yazacağı 'Dreigroschenroman'da (1934; Beş
Paralık Roman, 1972) devrimci eğilimlerini daha belirgin bir
biçimde ortaya koyacaktı. Berlin'deki
'SchiffbauerdammTiyatrosu'nun açılış oyunu olarak seçilen
'Üç Kuruluşluk Opera', Brecht'in yönetmenlik yapmasının
yanısıra, ilk kez sahneye çıkan Lotte Lenya (Kurt Weil'in
karısı) ve Ernst Busch gibi oyuncularıyla da büyük ilgi
topladı.
'Aufstieg und Fall der Stadt Mahagonny'de (1928; Mahagonny
Kentinin Yükselişi ve Düşüşü) 'Üç Kuruşluk Opera' gibi,
Brecht'le besteci Kurt Weil'ın işbirliği sonucunda ortaya
çıkmış başarılı bir müzikli oyundu. Bu ikinci operasında
Brecht, artık görüşlerini somutlaştırarak kapitalist
toplumun olumsuz bir ütopyasını sergiliyordu. Her iki oyunun
ulaştığı başarı da, Kurt Weil'ın, bütün opera ve
senfonilerine karşı olan halka yakın ve caz öğeleriyle
karışmış 'karşıt-müzik'inin etkisi de büyüktü.
Brecht, bütün dünya gibi Almanya'yı da sarsan Büyük
Bunalım'ın etkisi altında, ekonomik ve toplumsal sorunlara
ancak Marksist öğretinin çözüm getirebileceği inancıyla,
1930'dan başlayarak bir dizi 'öğretici oyun' (Lehrstück)
yazdı. Kuru, kışkırtıcı, akılcı bir üslubu benimsediği
ve soyut bir dil kullandığı bu yapıtlarında artık Weil'ın
ince alaylı, yergici müziğinin yerini de Eisler'in müziği
almıştı. En önemlileri 'Die Massnahme' (1930; Önlem), 'Die
Ausnahme und die Regel' (1930; Kuralla Kural Dışı, 1962) ve
'Der Jasager und der Neinsager' (1930; Evet-Diyenlerle
Hayır-Diyenler, 1970) olan bu oyunlarda Brecht, doğru olanı
göstermek yerine, çeşitli olasılıkları deneme yolunu
seçmişti. Ama kısa sürede bu tür soyut tartışmalardan
uzaklaştı ve siyasal tutumunu doğrudan ortaya koyduğu bir
yolda yürümeye başladı. Böylece, her ikisinin müziklerini
de Eisler'in yaptığı iki oyunla, 'Die heilige Johanna der
Schlachthöfe' (1929-30; Jeanne d'Arc Duruşması) ve Maksim
Gorki'nin romanından uyarladığı 'Mutter' (1932; Ana) ile
birlikte Brecht'in öğretici oyunları da yeni bir aşamaya
giriyordu. Brecht artık sorunları soyut düzeyde ele
almıyordu; eylem iki insanın yazgısı çevresinde
gelişiyordu. Almanya'nın o yıllarda iyice bozulan siyasal
dengesi, yalnız düşünce düzeyinde mücadele vermenin
anlamsızlığını ortaya koymuştu. Berlin Radyosunda ancak bir
kez radyo oyunu olarak yayınlanabilen 'Jeanne d'Arc'ın
ardından Brecht'in senaryosunu yazdığı, yönetmenliğini S.
Dudow'un yaptığı 'Die kuhle Wampe' (1932) adlı film de
yasaklandı. 1933'teki Reichstag (Parlemento) yangınından hemen
sonra da Brecht, ailesi ve birkaç arkadaşıyla birlikte
Almanya'dan ayrılmak zorunda kaldı
.
SÜRGÜN YILLARI
Kısa bir süre İsviçre'de yazar Kurt Klaeber'in yanında
bulunduktan sonra Danimarka'ya geçti ve 1939'a değin Svendborg
yakınlarında yaşadı. Orada geçirdiği günler,
yaratıcılığı açısından çok verimli oldu. Bir dizi
şiirin yanı sıra, en önemli oyunları da bu yılların
ürünüydü. Brecht 1935'te Moskova'ya, ardından 'Ana'nın New
York'ta sahnelenmesi nedeniyle kısa bir süre için ABD'ye
gitti. Yine aynı yıl içinde Willi Bredel ve Lion
Feuchtwanger'le birlikte Moskova'da 'Das Wort' adlı bir dergi
çıkarttı. 1937'de İspanya İç Savaşı ile ilgili olarak
Paris'te toplanan Uluslararası Yazarlar Kongresi'ne katıldı.
Nisan 1939'da Hitler'in Danimarka'yı işgalinden az önce
İsveç üzerinden Finlandiya'ya geçti, 1941'de de Moskova ve
Vladivostok üzerinden ABD'ye gitti.
Hollywood yakınlarındaki Santa Monica'ya yerleşen Brecht orada
L. Feuchtwagner, A. Huxley, W.H. Auden, H. Eisler, P. Dessau,
H.H. Mann ve E. Piscator'la buluştu. Charlie Chaplin'le dostluk
kurdu. Chaplin'in pandomime dayalı gösteri sanatı, onun
tiyatro anlayışı üzerinde çok etkili oldu. Film
çalışmaları da yapan Brecht'in yalnızca bir tek senaryosu,
Fritz Lang'la birlikte hazırladıları 'Hangmen Also Die'
(Cellatlar da Ölür) 1934'te filme çekildi. Bunun dışında
oyunları pek tutulmadı. Tiyatro anlayışı, Broadway
oyunlarıyla koşullanmış Amerikan seyircisine ters gelmişti.
1947'de Washington'daki, Amerika'ya Karşı Etkinlikleri
Soruşturma Komitesi tarafından Kominist Parti'yle ilişkileri
konusunda sorguya çekilen Brecht, bir yıl sonra ABD'den
ayrıldı.
Brecht'in Almanya dışında geçirdiği 1933-47 arasındaki
dönem yaratıcılık bakımından çok verimli oldu. Bu onun
edebiyat yaşamının üçüncü evresidir. Şiirlerinin bir
bölümü, yeni tiyatro kuramı doğrultusundaki en ünlü beş
oyunu, başlıca kuramsal denemeleri hep bu yılların
ürünüdür. Danimarka'da kaldığı yıllarda yazdığı, daha
çok siyasal içerikli şiirleri 'Die Svendborger Gedichte'
(1939; Svendborg Şiirleri) adıyla yayımlandı. Kısa
taşlamalar biçimindeki bu yeni şiirlerinde Brecht, uyumsuz iki
durumu ya da imgeyi karşı karşıya getirerek okurda
yadırgatıcı bir etki uyandırmak, onu düşündürerek belli
bir durumdaki çelişkiyi belirtmek istemişti. Bu, onun yalnız
şiirde değil, oyunlarında ve düzyazılarında da
kullandığı temel yöntemdi. 'Schneider von Ulm' (Ulm Terzisi)
'An die Nachgeborenen' (Gelecek Kuşaklara) 'Fragen eines
lesenden Arbeiters' (Okuyan Bir İşçinin Soruları) bu tür
şiirlerinin en tanınmışlarıdır.
O dönemin gelişen toplumsal ve siyasal olayları, Brecht'in
oyunlarında da siyasal kaygının ağır basmasına yol açtı.
Aynı yıllarda yazdığı 'Die Rundköpfe und die Spitzköpfe'
(1933; Tak-Tik), 'Furcht und Elend des Dritten Reiches' (1938;
Hitler Rejiminin Korku ve Sefaleti), Hitler'in güçlenerek
yönetimi ele geçirmesini Amerikan gangster çevrelerine
uyarladığı 'Der aufhaltsame Aufstieg des Arturo Ui' (1941;
Arturo Ui'nin Engellenebilir Yükselişi, 1971), hep bu
kaygının belirgin olduğu, mesel biçiminde yazılmış
oyunlarındandı. 1938-39'un iki önemli oyunundan biri, savaşla
hesaplaşma amacı taşıyan ve 1920'lerdeki öğretici
oyunlarından ayrı düşünülemeyen 'Das Verhör des
Lukullus'du. (1939; Lukullus'un Mahkum Edilişi) Yapıt daha
sonra, Paul Dessau'nun müziği eşliğinde Berlin Operası'nda
sahnelendi. Aynı dönemin savaş karşıtı ikinci önemli
yapıtı ise İsveç'te tamamlanan ve müziğini gene Paul
Dessau'nun yaptığı 'Mutter Courage und ihre Kinder'di. (1938;
Cesaret Ana ve Çocukları, 1967). Otuz Yıl Savaşları'nı konu
alan oyunda, savaş alanlarında gezerek ticaret yapan, ekmeğini
çıkarmaya çalıştığı savaşa kazanç getirecek bir 'iş'
gözüyle bakan Cesaret Ana'nın bu uğurda iki oğlunu
kaybetmesi anlatılıyor ve savaştan karlı çıkanların
küçük insanlar olmadıkları sergileniyordu. Gene 1938'de
Danimarka'da yazdığı 'Galileo Galilei' adlı oyununda Brecht,
Galilei'yi örnek alarak, bilim adamının, kendisine uygulanan
baskılar karşısındaki tutumunu irdelemişti. Oyunu, Hitler
Almanyası'ndan kaçtıktan sonra Danimarka'da ilk kez kaleme
alışı, uranyum atomunun Alman fizikçilerce parçalandığı
haberi ile aynı günlere rastlamıştı. Bilim adamının tek
amacının bütün engellere karşın bilime hizmet olduğunu
savunan Brecht, oyunun bu ilk biçimde Galilei'yi bir kahraman
olarak göstermişti. Amacı, aynı yıllarda Almanya'da
uygulanan baskı karşısında yılmayarak yurt içinde ya da
dışında, zor koşullar altında çalışmalarını sürdüren
sanatçıları destelemekti. Oyun 1934'de ABD''e sahnelenmek
üzere İngilizceye çevrildi. Joseph Losey yönetmenliği
yapacak, Charles Loughton da Galilei rolünü oynayacaktı.
Brecht bunun üzerine oyunu bir kez daha ele aldı. 1947''e
Hollywood'da sahnelenerek olumlu eleştiriler alan oyunun'Das
Leben des Galilei' (Galilie, 1963 / Galile'nin Yaşamı, 1983)
adlı bu ikinci biçiminde, o arada atom bombasının
Hiroşima'da kullanılmasının doğurduğu korkunç sonuçları
yaşamış olan Brecht için artık önemli olan, ne olursa olsun
bilime hizmet değil, bilim adamının insanlık karşısında
taşıdığı sorumluluktu. Buluşlarının egemen güçlerin
(Kilisenin) eline geçmesinde bir sakınca görmeyen, onların
insanlığın yararına kullanılıp kullanılmadığını
düşünmeyen Galilei'yi Brecht bu kez kendi zevkleri ve
korkuları uğruna insanlığı satan bir bilim adamı olarak
yargılıyordu.
Brecht'in sürgün yıllarında ortaya çıkan bir başka önemli
oyunu da, genç bir mesel biçiminde olan 'Der gute Mensch von
Sezuan'dı. (1953; Sezuan'in İyi İnsanı, 1957, 1975)
Dünyanın yeterince iyi olup olmadığını araştırmak için
yeryüzüne gelen üç Tanrı oyunun sonunda, dünyayı
değiştirmek zorunda kalmamak için, bu sefalet ve yoksulluğun
ortasında insanoğlunun iyi olamayacağını görmezden
geliyorlardı. Brecht, içinde yaşanan düzende, hem iyi insan
olmanın, hem de insan onuruna yaraşır bir biçimde yaşamanın
olanaksızlığını sergiliyordu.
Geçmişteki dogmatik öğretici tiyatrosunun yerini, artık
oyunun sonunu açık bırakarak izleyiciye belirli sorular
yönelten ve onu belirli düşünceler yönünde harekete
geçiren bir tiyatro almıştı. Bu oyundaki, kişiliğin ikiye
bölünmesini Brecht, daha önceki yıllarda yazdığı 'Die
sieben Todsünden' (1933; Anna'nın Yedi Ana Günahı) adlı bale
oyununda da kullanmış, insanlığı koruyan güçsüz ve yoksul
Anna II'nin karşısına, ekonomik açıdan başarılı, ama
insan olarak çökmüş Anna I'i koymuştu. Brecht'in iki ayrı
kişiliğin bölünmesini kullandığı başka bir oyunu da, ilk
kez 1940'da Finlandiya'dayken kaleme aldığı, daha sonra
1948'de ABD'de büyük ölçüde değiştirerek yeniden
yazdığı 'Herr Puntilla und seinKnecht Matti'ydi. (Bay Puntilla
ile Uşağı Matii, 1965). Efendi-uşak ilişkisinin işlendiği
bu kaba güldürüde, çevresini acımasızca sömüren çiftlik
sahibi Bay Puntilla, içki içtiğinde insancıl bir kişiliğe
bürünüyordu.
Brecht gene ABD yıllarında Lion Feuctwanger'le birlikte
rr Puntilla und seinKnecht Matti'ydi. (Bay Puntilla
ile Uşağı Matii, 1965). Efendi-uşak ilişkisinin işlendiği
bu kaba güldürüde, çevresini acımasızca sömüren çiftlik
sahibi Bay Puntilla, içki içtiğinde insancıl bir kişiliğe
bürünüyordu.
Brecht gene ABD yıllarında Lion Feuctwanger'le birlikte
yazdığı 'Die Gesichte der Simone Machard' (1943; Simone
Machard'ı' Görüleri) adlı oyununda Alman birliklerinin
Fransa'ya girmesinden hemen önce, Jeanne d'Arc'ın görevini
yüklendiğini düşleyen bir kızın dış düşmanla birlikte,
ülkenin çıkarlarını gözetmeyen kendi yurttaşlarına
karşı da direnişini anlattı. 'Schweik im zweiten Veltkrieg'
(1944; Şvayk Hitler'e Karşı, 1982)adlı oyunda ise Schweyk'in
daha değişik bir direniş biçimi vardı. Bu yapıtta Haşek'in
romanından yola çıkan Brecht, eline olanak geçince sabotajlar
düzenleyen ya da ordudan kaçan, işine gelince de saflığa
vuran, yöneticileri şaşkına çevirip alaya alan aşırı
kurnaz bir tip canlandırmıştı.
Brecht, epik tiyatro kuramı doğrultusundaki önemli
oyunlarından biri olan 'Der Kaukassische Kreidekreis'ı (1948;
Kafkas Tebeşir Dairesi, 1963, 1980) ABD'de bulunduğu yıllarda
yazdı. Oyunda ortaya atılan sorun, toprağın tapulu sahibine
mi, yoksa onu en iyi şekilde işleyene mi ait olduğuydu. Brecht
buna örnek olarak bir çocuğun, kendisini zor zamanlarda terk
eden gerçek annesine mi yoksa onu alıp her türlü güçlüğe
göğüs gererek büyüten kadına mı ait olması gerektiğini
irdeliyor ve ünlü tebeşir dairesi deneyi ile her şeyin onu en
iyi değerlendirene verilmesi gerektiğini savunuyordu. Oyunda bu
deneyi gerçekleştiren Azdak, Brecht'in ölümsüz oyun
kahramanlarından biri oldu.
DÜZYAZI ÇALIŞMALARI
Brecht'in tiyatro alanında epik öğelerden yararlanmasına
karşın, epik türdeki tiyatro dışı yapıtları fazla yankı
uyandırmadı. Örneğin Beş Paralık Romanı, Üç Kuruşluk
Operası'nın başarısına ulaşamadı, 'Die Geschafte des Herrn
Julias Caesar' (Bay Jülius Caesar'ın İşleri, 1972) ve 1937'de
yazmaya başladığı 'Tui' adlı iki romanı tamamlanmadan
kaldı, ancak ölümünden sonra yayımlandı.
'Kalendergeschichten' (1949; Takvim Öyküleri) adını taşıyan
kısa öyküleri ile 1930-56 arasında yazdığı ve birer
aforizma niteliğindeki 'Geschichten vom Herrn Keuner' ise (Bay
Keuner'in Öyküleri) daha başarılı oldu.
Brecht'in oyunlarını ve kuramsal tiyatro yazılarını içeren
ilk toplu yayın olan 15 kitaplık 'Versuche' (Denemeler) 1930'da
yayımlanmaya başlamış, bir süre ara verildikten sonra
1957'de tamamlanmıştır. 'Gesammelte Werke' (Toplu Yapıtları)
ise 1967 ve 1976'da 20 cilt olarak yayımlanmıştır.
Türkiye'de de tek tek oyun çevirilerinin yanı sıra,
şiirlerinden yapılmış seçmeler 'Öğrenmenin Övgüsü'
(1966), 'Halkın Ekmeği' (1972, 1985), 'Yarının Büyüklerine
Şiirler' (1976), 'Makinaların Türküsü' (1979), 'Karanlık
Zamanlar' (1980), 'Aşk Şiirleri' (1983), 'Tiyatro Şiirleri'
(1987) gibi adlarla çıkmıştır. Düşünce, tiyatro ve
edebiyat kuramı konularındaki çeşitli yazıları ise 'Bir
Derleme Bir Oyun (1963), 'Epik Tiyatro Üzerine' (1964, 1981),
'İki Mültecinin Konuşmaları' (1975), 'Sosyalist Gerçekçilik
ve Toplum' (1976), 'Hurda Alımı ve Sosyalist Açıdan Bir Sanat
Kuramı' (1977), 'Sinema Yazıları' (1977), 'Me-Ti: Tarihte
Diyalektik' (1977), 'Deneysel Tiyatro' (1981), adları altında
Türkçeye çevrilmiştir. Türkiye'de Brecht üzerine
yayımlanan kitaplar şunlardır: Özdemir Nutku/Türkiye'de
Brecht (1976), Walter Benjamin/Brecht'ı Anlamak (1984), Marianne
Kesting/Tarihte ve Çağımızda Epik Tiyatro (1985) ve Brecht
(1985; Yaşam öyküsü)
BERTOLT BRECHT HAYATI, OYUNLARI,TİYATRO ANLAYIŞI VE TÜRK TİYATROSUNA ETKİLERİ
"Bertolt
Brecht : 1898-1956 yılları arasında yaşamış, tiyatronun
işlevini politize eden bir estetiğin, Epik tiyatronun kurucusu,
oyun yazarı, yönetmen ve şair. " Herhangi bir tiyatro
ansiklopedisinde Brecht hakkında karşımıza çıkabilecek
bilgiler bu şekilde özetlenebilir. Brecht anıldığında akla
ilk gelen Epik Tiyatro kavramı ve bu kavramla ilişkili bir
takım tanımlamalardır : özdeşleşme yerine,
yabancılaştırma; duygu yerine, akıl ; büyüleyen yerine ,
anlatan bir tiyatro. . .
Epik Tiyatronun sınırları en belirsiz,en kaba tanımı şöyledir
: "İnsanların toplu eylemlerinin -savaş, çıkar
kavgaları, tarihsel olaylar, çağdaş sorunlar-örneklendirildiği
ve tartışıldığı tiyatro. " Bu tiyatro anlayışında
Yabancılaştırma biricik koşuldur ve tiyatronun oyunculuk,
reji, dekor, müzik vb. bütün öğelerine nüfuz etmelidir.
Brecht Yabancılaştırma kavramını ilk kez 1936'da yazdığı
"Çin Oyununda Yabancılaştırma Etkileri" adlı
yazısında kullanmıştır. Getirdiği tanımlama ise şöyledir
: "Anlaşılması amaçlanan olgunun, alışıldık bildik
olandan soyutlanarak, şaşırtıcı, beklenilmedik olana dönüştürülmesi.
" Böylece seyirci oyunu izlediği bilincini yitirmeden
sahnede gösterilenler üzerine düşünme olanağını bulur.
Toplumsal kavgaların ve dönüşümlerin çok ani yaşandığı,
gündelik hayata da, sanata da doğrudan etkide bulunduğu bir dönemde
yaşamış ve yazmış olan Brecht; tiyatro anlayışını sürekli
gözden geçirmek zorundadır. Tiyatro yapmasının koşulları sürekli
değişmektedir. O'nun farklı tarihlerde yazılmış iki
yazısını okuduğumuzda, iki ayrı yazarın polemiğiyle
karşılaşıyor gibiyizdir. Yani, Brecht, Brecht'i
yadsıyacaktır. Dolayısıyla; Brecht'in oyun yazarlığı ve
tiyatro anlayışı üzerine çalışılırken referans
alınması gereken nokta O'nun teorik yazılarından çok oyunları
olmalıdır.
Oyunlarındaki arayışları üzerinden Brecht'i dönemselleştirmek
istersek, Brechtyen bir tiyatronun gelişimi şöyle aşamalandırılabilir:
1-İlk Şiirler, İlk Oyunlar, İlk Girişimler - 1898-1930
2-Didaktik Oyunlar ve İlk Sürgün Yılları - 1930-1938
3-Büyük Oyunlar, Amerika Sürgünü, Sürgünden Dönüş ve
Berliner Ensemble'nin Kuruluşu - 1938-1956
1-İLK ŞİİRLER, İLK OYUNLAR, İLK GİRİŞİMLER (1898-1930)
Brecht,
Almanya'nın taşra kentlerinden Augsburg'ta doğar. Orta öğrenimini
Almanya'nın savaşa hazırlandığı yıllarda geçirir. İlk
edebi girişimi lisede Alman milliyetçiliğini küçük düşüren
bir denemesidir ve karşılığı bir kınama cezasıdır.
Lise yıllarında anarşist şiirler yazar ve kentin radikal
dergilerinde yayınlanır. 1917'de Münih'te tıp fakültesine
kaydolur. Savaş sırasında cephe gerisindedir. Bu sırada
edebiyatla ilgilenmeye devam eder.
Bu dönem yıkım yıllarını yaşayan Almanya'da ekspresyonist
anlatımın, sanatın her alanında doruk noktasında olduğu bir
dönemdir. Grotesk bir duygusallığa yer veren oyunlar tiyatro
piyasasını allak bullak eder.
"Dünya anlaşılmaz, karanlık ve ölümcül bir dünyadir.
Realite aldatıcıdır ve bu aldatıcı görünümün altındaki
gerçekliği ancak yıkım ortaya çıkarabilir. Hayatın asaleti
ancak yıkıntılar arasından gün ışığına çıkabilir.
"Bu ifadeler, ekspresyonist anlatımın kabul gördüğü
ifadelerdir. Yıkıcılık sanatta kendisini formsuzluk,
uyumsuzluk ve irrasyonalite olarak gösterir. Klasik teknikler
terkedilir. Grotesk bir oyunculuk tarzı, plastik kullanım
-mask, makyaj vb. - ön plana çıkar ve olay örgüsü
kesinlikle tutarlı, rasyonel bir akış izlemez.
Brecht'in ilk oyunu BAAL (1918) işte bu dönem içerisinde
yazilir. Şiirsel bir oyundur. Doğal iç güdülere ve anarşik
bir cinselliğe övgü niteliği taşir. 1922 yılında ikinci
oyunu GECE ÇALAN DAVULLAR'ı yazar. Bu klasik oyun tekniğine
çok aykırı düşmeyen bir oyundur. Serim, düğüm ve çözüm
bölümleri vardir. Bildik bir temayı içerir : ayrılık ve
askerin dönüşü. Bir küçük burjuva ailesi kızlarını
gelecek vaadeden bir delikanlıyla evlendirme
hazırlığındadır. Derken kızın savaşta öldüğünü sandığı
eski sevgilisi yara bere içerisinde yaşayan bir ölü gibi çıkagelir,
damat adayı ile geçirilmesi beklenen keyifli dakikalar suya düşer.
Oyun buraya kadar klasik bir oyun tekniğinin çok uzağında
degildir. Ancak, bu öykü ondan bagimsiz ikinci bir olay
tarafindan kuşatıldığında klasik çerçevenin dışına çıkılır.
Geceyi tehdit eden bir başka olay da, kentteki politik bir
ayaklanmadır. Bu ayaklanma kendisini, oyunun akışına eşlik
eden davul sesleriyle ifade eder. Gece Çalan Davullar'ın asıl
çarpıcılığı sahnelenmesindedir. Plastik bir kullanım
hakimdir. Eski sevgili korkutucu bir makyaj içerisinde
sergilenir. Salonun girişinde, sahne önündeki pankartlarda
"Burası bir sahne ve siz de izleyicisiniz" yazısı
vardır.
Bu oyundan sonra Brecht, faşizmin siyasal bir ikna aracı olarak
duyusal kışkırtmaya yöneldiği dönemde , sanatın bunun
tersini yapması gerektiğini söyleyerek; duru, zihni kışkırtan
bir oyun tekniği arayışına koyulur. Spor Tiyatrosu
kavramını geliştirir ve bir boks maçı metaforuna başvurur.
İki boksör ve bir seyirci bir araya gelir. Seyirci bütün
kuralları, teknikleri, stilleri bilir. Bu metafor, Brecht'in
yeni tiyatro modelidir. Bu modelin ilk ve tek oyunu bir
laboratuvar çalışması olan KENTLERİN FUNDALIĞINDA
(1923)'dır. Oyunda iki gangster arsındaki mücadele sergilenir.
Bu mücadelenin gelişimi sergilenirken, mücadelenin nedeni
üzerinde durulmaz. Brecht, sonraki yıllarında bu tarz bir
oyuna pek yer vermeyecektir.
1924'de kendisinin olmayan bir oyun üzerinde çalışır.
Arayışları O'nu Elizabethyen Tiyatro'nun temsilcilerinden
Marlow'a yöneltir. Marlow'un tarihi oyunlarından EDWARD II'yi
uyarlar. Her sahnenin başlığı bir projektör ya da tabelayla
seyircilere iletilir. Artık seyirci ne olduğunu değil, nasıl
olduğunu merak edecektir ve pasif bir seyirciden aktif bir
seyirci konumuna gelebilecektir.
1925'lerde Politik Tiyatro' nun kurucusu Piscator ile ilişkileri
gelişir. Kadrosunda dramaturg olarak çalışır. Sosyalizan bir
kimlige bürünür. ADAM ADAMDIR (1926) adlı ilk marksist
oyununu yazar.
Brecht'in Piscator Tiyatrosu ile en ciddi deneyimi, sonrasında
yol ayrılıklarının gerçekleştiği ASLAN ASKER ŞVAYK (1927)
prodüksiyonudur. Bu oyun sonrasında Brecht, "Tiyatro,
edindiği teknik olanaklarla, ya bütün artistik amaçlardan
kendisini arındıracak ve politikanın hizmetine girecektir, ya
da kendisini yaşadığı çağın toplumsal sorunlarını
derinlemesine tartışmaktan alıkoyacak ve bütünüyle artistik
amaçlara yönelecektir. " Diye düşünmektedir. Yani
tiyatro artık eğlendirici ve öğretici amaçlarının
ikilemindedir. Brecht, nasıl bir oyun estetiği tiyatronun
işlevini arttırır diye düşünür ve önerdiği ilk biçim :
Montaj Tekniği'dir. Bu teknik, öğretici öğeler ile
eğlendirici öğelerin çatışması türü bir yapı içerir.
Bu teknikle yazılmış iki oyun ÜÇ KURUŞLUK OPERA(1928) ve
MAHAGONNY KENTİ'NİN YÜKSELİŞİ VE DÜŞÜŞÜ OPERASI
(1930)'dır. Brecht bu iki oyunu Yabancılaştırma Tekniği ile
yazılmış ve sergilenmiş ilk oyunları olarak tanıtır ve
artık Epik Tiyatro kavramını geliştirir.
Bu iki oyunundan sonra Brecht'in arayışları
farklılaşacaktır. Buraya kadar olan, ilkel bir Epik
Tiyatro'nun gelişimidir. Şimdilik Brecht'in hanesinde sadece
Özdeşleşme yerine, yabancılaştırma tekniği sloganı
vardır. Bu teknik oyun yazımındaki bütün değişikliklerin
anahtarıdır. Sahnelemede ise, ışıkların, dekor
değişikliklerinin gizlenmemesi, sahne başlıklarının
kullanılması, müziğin yadırgatıcı etkisi gibi buluşlar
yabancılaştırmaya hizmet eder. Diğer dönemlerinde yabancılaştırma
farklı tanımlanmaya başlanır. Oyun yazımında opera
formundan, montaj tekniğinden görece uzaklaşılır. Sahneleme
buluşları kadar oyuncunun tutumu üzerinde de durulur.
2-DİDAKTİK OYUNLAR VE İLK SÜRGÜN YILLARI (1930)
1930'larda
Brecht şaşırtıcı bir girişimde bulunur. Faşizan
eğilimlerin güçlendiği, insanlarin hayatına doğrudan etkide
bulunduğu bir dönemde sanatsal olma kaygısından çok politik
olma kaygısının savunulması gerektigini iddia eder.
"Estetik arayişlari, politik bir tiyatronun önünü tıkamaktadir",
öyleyse, "estetik, tiyatrodan kapı dışarı
edilecektir". Liselerde, fabrikalarda, sendikalarda
insanların oynayıp sergileyebilecekleri didaktik oyunlar yazar.
Bunlar iyilik, vatanseverlik, dindarlık temaları içeren kısa
oyunlardır. (Baden Baden, Evet Diyen Adam, Önlemler, Kuralla
Kuraldışı gibi) Birey kavramı yerine, toplumsal bir mücadelenin
ürünü olan yığın-insan kavramını eksen alır. Oyuncular sürekli
rol değiştirerek oynar; oyuncular olayın tanığı, seyirciler
ise yargıya varacak insanlardır. Brecht sonradan, bu oyunları
politika ile tiyatronun arasındaki ilişkinin nasıl
olabileceğine ilişkin birtakım egzersizler olarak
değerlendirir.
Brecht'in didaktisizmi ilk kez estetik bir form içinde
kurgulamaya çalıştığı oyun, MEZBAHALARIN JOHANNASI'dır.
(1932). O döneme kadar yazdığı en uzun oyundur. Dramatik bir
nitelik taşır. 1929 Chicago'sunda, yoksul kesimlerle yönetici
kesimin mücadelesi konu edilir. Oyunda, Johanna adlı,
iyiliksever, dindar bir kadın tasvir edilir. Yoksul kesimlerden
yanadır, ne var ki, hiçbir zaman onları yoksullaştıran
insanların karşısında yer almaz. Çünkü, dindarlığın,
tanrı sevgisinin ve ahiret inancının insanları dürüstlüğe
teşvik edebileceğine inanır. Yoksulların şiddet içeren
eylemlerine karşı, hristiyanlık inancını, yumuşaklığı ve
insan sevgisini önerir. Son nefesini verirken, bu tavrıyla
aslında yöneticilerin yoksullar üzerindeki hakimiyetini
sürdürmesine katkıda bulunduğunu farkeder. Vicdan azabı içinde
ölürken şiddeti savunur. Dini bir iyiliğe, dürüstlüğe ve
inanışa karşı takınılan bu siyasal tavır, Brecht'in diğer
oyunlarında da sıkça yeralır, ama hiçbir oyunda bu oyundaki
gibi başlıbaşına konu edilmez. 1932'de Brecht benzer bir oyun
girişiminde daha bulunur; ANA. Bir Gorki uyarlamasıdır. Bir
devrimci annesinin sınıf bilinci kazanmasını konu edinir.
Annenin içindeki 'Johanna' oyun boyunca dönüşür ve bir
devrimci haline gelir. Oyunun gösterimi yasaklanr. Çünkü,
Naziler iktidara gelir.
Nazi İktidarı ile birlikte Brecht'in ilk sürgün yılları
başlar. Amerika'ya gidene kadar iki önemli deneme de daha
bulunur. Birincisi; anti-faşist oyunlar, ikincisi; Aristotelian
bir oyun: CARRAR ANANIN TÜFEKLERİ (1937).
Ancak 1936'da Danimarka'da sahnelenebilen YUVARLAK KAFALAR,
SİVRİ KAFALAR Brecht'in ilk anti-faşist oyunudur. Oyun,
Shakespeare'in Kısasa Kısas oyunundan uyarlanma, faşizmin
uygulamalarının hicvedildiği bir güldürüdür. Hitler
benzeri ırkçı bir dük insanları yuvarlak ve sivri kafalar
olarak ikiye ayırır. Bu oyun ile birlikte, popüler bir anlatım
tekniği olarak mizaha başvurulması tekrar gündeme gelir.
1938'de yazılan 3. REICH'İN KORKU VE SEFALETİ ise propagandist
bir yön içerir; mizahın yerini politik saldırı alır.
1941'de tamamlayacağı, ama faşizm karşıtı oyunları
arasında değerlendirilebilecek olan ARTURO UI'NİN
ENGELLENEBİLİR YÜKSELİŞİ ise bu oyunların en
niteliklisidir. Dramatik bir kurgu oluşturulur ve faşizan
eğilimin yükselişi kaçınılmaz bir durum olarak değil,
tarihsel olarak engellenebilir bir gelişim olarak gösterilir.
1973'te yazılan CARRAR ANA'NIN TÜFEKLERİ, Aristotelian bir
yapı içerir. Brecht, bu oyunda Aristotelian Tiyatro'nun
olanakları üzerinde politik bir denemede bulunur. Aristotelian
bir oyunun gerekli toplumsal koşullar içerisinde provoke edici
bir niteliğe bürünebileceğini düşünür. Carrar Ana'nın Tüfekleri
üzerindeki çalışmalarından sonra Brecht'in büyük oyunlarına
girişecek olması, bu oyunun ilginç bir deney olduğunu gösterir.
3. BÜYÜK OYUNLAR, AMERİKA SÜRGÜNÜ, DÖNÜŞ VE BERLİNER ENSEMBLE'NİN KURULUŞU (1938-1956)
Brecht'in
Avrupa'daki son yılları, epik bir tiyatronun olanaklarını
arttırmaya yönelik çabalarla geçer. pik bir tiyatronun
sahnelemede geliştirilecek teknik yöntemlerin zenginleştirilmesi
sorunu olduğu düşüncesinin dışına çıkar ve politik
konjonktür ile doğrudan ilişkisi olmayan ama arayışlarının
yolunu açan büyük oyunlarını yazmaya başlar. İlki,
GALİLEİ'NİN YAŞAMI'dır (1938). Oyunda, Galilei bilimsel çalışmalarını
devam ettirebilmek için taktik bir davranışta bulunan bir
kahramandır. Brecht, Galilei'nin kahramanlığını epik bir
tutum olarak niteler. Çünkü, duygusal bir karşı çıkışın
yerini akıllı bir başkaldırı almıştır. Galilei çağdaşları
tarafından korkak olarak nitelenir, ama yaşamayı seçmesi bile
başlı başına devrimci bir tutumdur. "yaşayarak aslında
ortaçağın kuyusunu kazar."
Epik Tiyatro artık sadece anlatan, ya da sergileyen tiyatro
değildir. Epik Tiyatro'nun sorumluluğu epik insanın oluşumuna
katkıdır. Öyle bir oyun sergilemeli ki, "tiyatro yine
tiyatro" olsun insanlar eğlenmeye gelsin ama bu eğlence
başlı başına bir öğrenme olsun. Mizaha başvurulduğunda,
yabancılaştırma başlı başına bir eğlencedir. Çağın
insanı da en çok bu eğlenceden yoksundur, tiyatroda estetik
sorunu artık alternatif bir eğlence tarzının
keşfedilmesidir. Böylece, yabancılaştırma yeniden
tanımlanır: "insanlara toplumsal ilişkilerin
değişebilirliğini ima eden bir yaklaşımdır, oyunun
yapısına nüfuz etmediğinde bütün çabalar boşunadır."
Oyunun yapısına nasıl nüfuz eder? Konu ettiği öyküyü
kendi şizofrenisi içinde kurgulayarak. Brecht, bunu kendi
oyunlarında iki yoldan gerçekleştirir. Birincisi, merkeze
alınan bir karakteri bölünmüşlük içinde sergileyerek: PUNTİLLA
VE MATTİ (1941), SEZUAN'IN İYİ İNSANI (1941). Sarhoşken
pırlanta gibi bir insan olan puntilla, ayıkken zalim bir toprak
ağasıdır. "Hangi durum onun için zararlı bir
tutumdur", ya da "hangi yönü onun için hayırlıdır?"
Yanıtı belirsiz bırakılır. Sarhoşken, iyilikseverdir.
Yoksullara, acizlere yardım eder. Ne var ki, ayıkken de, dünyanın
en kötü insanıdır. Çevresindekilere zarar verir, uşağını,
işçilerini zalimane çalıştırır. Brecht, öyle bir dünyayı
ima eder ki, insani değerlerden yoksunluk bir girişimciliktir,
ama insani değerlere bireysel bir dönüş, bir tür
"Johanna olma arzusu" bu girişimcilik karşısında
alternatif değildir. Çünkü, iyilikte bulunulacak insanlar bu
dünyaya muhalif değildir ve iyilikten yararlanma eğilimleri
bir tür yağmalamadır. Aynı tema daha belirgin bir şekilde,
Sezuan'ın İyi İnsanı'nda Shen Te'de de işlenir. İyi insan
ile kötü ama "tüccar" insan Shen Te'de bir
bölünmüşlük içerir. Hiçbir zaman içiçe geçemeyen bu
bölünmüşlük, Brecht'in yaşadığı çağı "soyutlama
yoluyla" bir eleştirisidir. Şizofreni, karşısına yine
bir şizofreni çıkarılarak eleştirilir. Seyirci, olay
hakkında nesnel yargıya varabilecek yaşadığı hayatın
şizofrenisinden arındırılmış bir insan değil, kendi
şizofrenisine tanık olan bir Puntilla, ya da Shen Te'dir.
Artık, yabancılaştırma olumsuzun olumsuzlanması olamaz,
çünkü bir yanılsamayı da gereksinir. Bu yanılsama
karakterin hangi yönüdür; Johanna'lığı mı, tüccarlığı
mı? Yoksa, ikisi birden mi...? Yanıtı oyun boyunca değişir.
Brecht'in yararlandığı ikinci yol, olayın kendisinin bir tür
şizofreni içerdiği oyunlar kurgulamaktır: CESARET ANA VE
ÇOUKLARI (1939), SIMONE MACHARD'IN DÜŞLERİ (1942), KAFKAS
TEBEŞİR DAİRESİ (1944).
Cesaret Ana ve Çocukları ise, bu dönemin en ustalıklı
oyunlarındandır. Brecht, bu oyununda otuzyıl savaşlarında
seyyar tüccarlık yapan ve askerler tarafından cesaret ana
lakabı takılan biri kız, üç çocuk sahibi bir kadının
heyecan dolu maceralarından yararlanır. Anne'yi çocuklarını
ve öykünün arka planındaki otuzyıl savaşlarını alır,
kendi öyküsüne uyarlayarak, farklı bir tarihsel koşulda
kendi döneminin bir modelini oluşturur. Küçük bir insanın
savaştan kar etme arzusu hikaye edilir. Cesaret Ana çocuklarını
kaptırmadan savaştan payına düşeni ister. Ama çocuklarını
teker teker yitirir. "Felaketler hiçbir zaman öğretici
olmamıştır ve küçük insanlar asla büyüklerin çorbasından
içememiştir." Bir savaştan çıkıp, koştura koştura
diğerine giden cesaret anaların bir eleştirisidir bu oyun.
Cesaret Ana yanılsama içinde davrandıkça, onun yanılsamasına
tanık olan seyircinin farklı bir davranışı tasarlayabilmesi
beklenir. Kaçınılmaz olarak, empatiden de yararlanılır.
Çünkü, seyirci, oturduğu koltukta dahi, aynı yanılsamayı
paylaşmaktadır. Ancak, tanık olmanın verdiği konumsal
farklılık sayesinde empatisi yer yer bir kızgınlığa,
cesaret ana ile beraber davranmaya değil, ama onu yola getirmeye
tahrik eden bir ortaklığa dönüşebilir. Tanık olmanın
verdiği konumsal farklılık yine bir duygu ortaklığından
yola çıkar, ancak etkileri farklılaşır, tiyatro yine bir
tiyatrodur ama etkileri farklılaşır.
Artık Brecht, "özdeşleme yerine yabancılaştırma"
sloganıyla açıklanamaz. Özdeşleşme yerini oyundaki
karakterlerin ve onları seyredenlerin "ideolojik
ortaklığı"na bırakır. Yabancılaştırma ise, bu
ortaklık içerisinden hareket eder ve ortaklardan birinin diğeri
ile yüzleşmesine olanak vererek, bu karşısına şizofrenik
bir suret çıkarmakla gerçekleşir, çözücü bir etki oluşturmaya
çalışır.
Kafkas Tebeşir Dairesi'ne gelince Brecht oyunu broadway
canlılığı ile sergilenen ama broadway karşıtı bir dramatürji
anlayışı içeren bir oyun olarak niteler. Revülerden,
müzikallerden, sitilizasyonlardan yararlanılabileceğini, zaten
oyunun da bu havada yazıldığını, ancak asla bir broadway
prodüksiyonuna dönüşmemesi gerektiğini savunur. Kafkas
Tebeşir Dairesi, Brecht'in en uzun oyunudur ve asıl öyküden
çalışır.
Kafkas Tebeşir Dairesi'ne gelince Brecht oyunu broadway
canlılığı ile sergilenen ama broadway karşıtı bir dramatürji
anlayışı içeren bir oyun olarak niteler. Revülerden,
müzikallerden, sitilizasyonlardan yararlanılabileceğini, zaten
oyunun da bu havada yazıldığını, ancak asla bir broadway
prodüksiyonuna dönüşmemesi gerektiğini savunur. Kafkas
Tebeşir Dairesi, Brecht'in en uzun oyunudur ve asıl öyküden
bağımsız bir çok öyküyü içerir. Oyun, Cesaret Ana'dan ve
diğer oyunlarından çok farklı bir yapı içerir. Yine farklı
bir tarihsel dönemde model oluşturma çabası vardır. Ancak,
bu model evrensel bir nitelik taşır; iyilik, dürüstlük,
özveri, mülkiyet gibi "insanlık değerlerinin", çok
farklı karşılıklar bulabildiği bir "masal"dan
hareket ederek birliksiz, bütünlüksüz, episodik bir dünya
sergilenir. Çelişkileriyle yaşayabilen ama bir katlanma ya da
ızdırap durumu yerine mücadeleyi kişilik edinen bir insan
tipi ima edilir. "Grusha, çocuğun hayatını kurtarma
derdine düştükçe kendisininkini riske atar; üretkenliği onu
kendi yıkımına sürükler. Adalet onda hem bir suçluyu, hem
bir kurtarıcıyı görür. Fukaralığı çocuk için bir
tehlikedir ve çocuk bu fukaralığı kışkırtır. Çocuk için
zorunlu bir evlilik yapar ama bu evlilik sevgilisi için bir
ihanet olabilir. Azdak, öyküyü dinleyenleri hayalkırıklığına
sürüklemeyen bir karar verebilir. Yine de, kararı başkaları
için bir hayalkırıklığıdır (yasal adalet, asil anne).
Azdak çocuğu yetiştiren anneyi gerçek anne ilan eder ama
erdeminden degil. Çocuğun çikarlariyla, Grusha'nin çıkarları
artık bir olduğu için… Mutlu son yoktur. "Oyun,
ön-oyunda ortaya atılan bir erdemin, tarihsel ve imgesel bir düzenleme
(setting) içerisinde olabilirliğini (practicibility) hatta
evrimini sergiler. Hiçbir şey kanıtlama derdinde değildir.
Seyirciler öyküde geçen herhangi bir insan olabilirler.
Bütünlüklü dünyaları, değerlerinin çelişik
karşılıklar bulduğu episodik bir dünyada çözülmeye
terkedilir. Artik, ne, "epik tiyatro" tanımından
bahsedilebilir, ne de, "bilim çağı tiyatrosu"
tanımından: tiyatro, diyalektik olmak zorundadir.
Brecht, 1949'da Doğu Berlin'e yerleşir ve eşi Helena Weigel
birlikte, sosyalist yönetimin finanse ettiği kendi tiyatrosunu
açar: Berliner Ensemble. Açılış, Puntlla ve Matti ile gerçekleşir.
Berliner Ensemble, sırasıyla Ana, Shakespeare'dan CORİLOANUS
(1951), , Kafkas Tebeşir Dairesi, Cesaret Ana oyunlarını
sergiler ve turnelere çıkar.
14 Ağustos 1956'da, hem iki yeni oyun projesi hem de İngiltere
turnesi için Cesaret Ana reprodüksiyonu üzerinde çalışırken,
Brecht bir kalp krizi geçirir ve ölür. Ancak geriye koca bir
miras bırakır; siyasal bir tiyatro. . .
BRECHT'İN TÜRK TİYATROSU ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ
Türk
Edebiyatı'nda Batı anlamında tiyatronun ilk adımının
Tanzimat Döneminde atılmış olduğu bilinir. Fransız
Tiyatrosunu örnek alan bu tiyatro, benzetmeci tiyatro anlayışının
içinde kalan Dramatik Tiyatro'yu benimsiyordu.
Benzetmeci Tiyatronun bizdeki yüzelli yıllık geçmişi düşünüldüğünde,
Brecht'in yapıtlarının çoğu çevrilmiş, sahnelenmiş
olmasına karşın; O'nun tiyatrosunun benzetmecilik
geleneğinden arınmış bir düşünce tiyatrosu olduğunun
özümsendiği söylenemez.
Brecht'in oyunlarının dramatik bir anlayışla sahnelenmesi
yapılan yanlışların başında gelir. Özellikle tek bir kişinin
çevresinde odaklaşan oyunlarında bu durumla karşılaşılır.
Sahnelenişte yapılan bir diğer yanlış, oyunun öğretici
yanının aşırı derecede vurgulanmasıdır. 1960'larda Brecht
tiyatro yaşamımıza girdiğinde, devrimci tiyatro anlayışı
modaydı. Böyle olduğu için de oyunların öğretici işlevi
üzerine önemle duruluyordu. Bu anlayış Brecht'i yer yer
slogan tiyatrosuna dönüştüren oyunlar segilenmesine neden
oluyordu.
Brecht oyunlarının yanlış yorumlanmasında çevirilerin payından
bağımsız bir çok öyküyü içerir. Oyun, Cesaret Ana'dan ve
diğer oyunlarından çok farklı bir yapı içerir. Yine farklı
bir tarihsel dönemde model oluşturma çabası vardır. Ancak,
bu model evrensel bir nitelik taşır; iyilik, dürüstlük,
özveri, mülkiyet gibi "insanlık değerlerinin", çok
farklı karşılıklar bulabildiği bir "masal"dan
hareket ederek birliksiz, bütünlüksüz, episodik bir dünya
sergilenir. Çelişkileriyle yaşayabilen ama bir katlanma ya da
ızdırap durumu yerine mücadeleyi kişilik edinen bir insan
da söz etmek gerekir. Çevirilerde dikkati çeken hemen
tümünün aşırı bağımsız oluşudur. Bunun nedenleri üç
noktada toplanabilir:
*Çevirilerde sahne dilinin göz önünde tutulması, başka bir
deyişle Türkiye izleyicisinin kolay anlayacağı bir dilin
benimsenmiş olması.
*Yazarların kendi dil ve anlatım biçimlerini zorlaması.
*Çevirilerin bir çoğunun aslından değil, İngilizce ya da
Fransızca'dan yapılmış olması.
tipi ima edilir. "Grusha, çocuğun hayatını kurtarma derdine düştükçe kendisininkini riske atar; üretkenliği onu kendi yıkımına sürükler. Adalet onda hem bir suçluyu, hem bir kurtarıcıyı görür. Fukaralığı çocuk için bir tehlikedir ve çocuk bu fukaralığı kışkırtır. Çocuk için zorunlu bir evlilik yapar ama bu evlilik sevgilisi için bir ihanet olabilir. Azdak, öyküyü dinleyenleri hayalkırıklığına sürüklemeyen bir karar verebilir. Yine de, kararı başkaları için bir hayalkırıklığıdır (yasal adalet, asil anne).
BRECHT'İN YABANCILAŞTIRMA TİYATROSU; VASIF ÖNGÖREN VE HALDUN TANER
1960'lardan
bu yana yerli oyun yazarlarımızın da dramatik tiyatro
anlayışının sınırlarını aşan yeni yeni arayışlara yöneldiklerini
görürüz. Bu bağlamda ülkemizde gösterilen ilk epik tiyatro
denemeleri olarak Vasıf Öngören'in "ASİYE NASIL
KURTULUR?"u ve Haldun Taner'in "KEŞANLI ALI
Azdak çocuğu yetiştiren anneyi gerçek anne ilan eder ama
erdeminden degil. Çocuğun çikarlariyla, Grusha'nin çıkarları
artık bir olduğu için… Mutlu son yoktur. "Oyun,
ön-oyunda ortaya atılan bir erdemin, tarihsel ve imgesel bir düzenleme
(setting) içerisinde olabilirliğini (practicibility) hatta
evrimini sergiler. Hiçbir şey kanıtlama derdinde değildir.
Seyirciler öyküde geçen herhangi bir insan olabilirler.
Bütünlüklü dünyaları, değerlerinin çelişik
DESTANI" üzerinde durulabilir. Vasif Öngören'in oyununda
kadının sömürülmesi sorunu koşullar geregi fahişe olan genç
bir kızın yaşamından alınan kesitlerle irdelenir. Asiye'nin
çocukluğu, öğrenciliği, fabrikadaki yaşamı, işten çıkarılışı,
sokağa düşüş vb. olaylar bir zincirin halkaları gibi ufak
ufak sahnelerle verilmiştir. Her sahne üzerinde ayrıntılı
bir tartışmayı içeren ara sahnelerde anlatıcı olarak
fuhuşla mücadele derneğinden bir kadının konuşmalarını
izleriz. Kadının Asiye'yi kurtarmak için getirdiği her öneri
bir sonraki sahnede denenir fakat hiç biri sonuç vermez. En
sonunda Asiye de kurtuluşunun bedelini yeni Asiyeler
yetiştirerek ödeyecektir. Oyunun geneline bakarsak Brecht'in
etkisinin yoğunlukla görüldügü söylenilebilir. Bu etkiden
temel iki nokta çevresinde söz edebiliriz.
*Olayın kurgusunda: Asiye'nin yaşamını anlatan tek tek
sahneler tek başına düşünüldüğünde oyun için benzetmeci
tiyatro geleneğini sürdürüyor denilebilir. Fakat anlatıcının
devreye girdiği tartışma sahneleri oyunu dışardan
değerlendiren bölümlerdir ve oyunu dramatik olmaktan uzaklaştırır.
*Dilin kullanımında: Brecht'in oyunlarında dil iletilmek
istenen düşüncenin hizmetinde bir yabancılaştırma etkisi
işlevi taşır. Vasıf Öngören'de bunun bütünüyle var olduğunu
söyleyemeyiz. Tartışma sahneleri ve şarkılar oyuna bir
eklenti gibi dursa da, bu bölümlerde dilin yukarıda
anlatıldığı gibi kullanılabildiğini söyleyebiliriz.
Sonuçta, Vasıf Öngören'in Brecht'in tiyatrosuna özgü bazı
biçimsel özellikleri aldığını fakat bunları benzetmeci
tiyatro geleneğiyle bağdaştırmaya çalıştığını söyleyebiliriz.
Haldun Taner'e baktığımızda ise, O'nun benzetmeci tiyatro
geleneğinden uzaklaşarak, bize özgü bir yabancılaştırma
tiyatrosu kurmanın yollarını aradığını söyleyebiliriz.
Keşanlı Ali Destanı'nda Haldun Taner, geleneklerden kaynak
olarak yararlanma, onları çagdaş bir anlayışla yorumlama, biçimlendirme
anlamında önemli bir adım atar. Taner, halk tiyatrosunun göstermeci
özelliklerinden yararlanarak çok çarpıcı bir sorunu gündeme
getirir: Otoriteye bağımlılık. Bir gecekondu ortamında
kendilerine bir kahraman miti yaratmak isteyenler bizim
halkımızı temsil eder. Oyundaki yan temalar, Yusuf ile
Zilha'nın aşkı, gecekonduluyla zenginin
karşılaştırılması, bürokrasi, rüşvet, dolandırıcılık
üzerine kurulmuş çarpık bir politik çarkın gösterilmesidir.
Kişiler, oyunun başında kendilerini müzik eşliğinde
tanıtırlar. Orta oyununda oldugu gibi, karikatürleştirilmiş,
kurmaca figürlerdir. Halk tiyatrosuna özgü olan bu özellikler
çagdaş tiyatroyu belirleyen türlü yabancılaştırma
etkileriyle, örneğin bir sonraki sahnenin özetini veren ve
yazarın bu sahneye ilişkin yorumunu içeren koro ve oyun oynama
olgusunu vurgulayan bir dekorla bütünleştirilmiştir.