  
        Türkiye’deki ilk modern
        Tiyatro "Darülbedayi"  
        Padişah V. Mehmet dönemine denk gelen
        1913-1914 yıllarında, İstanbul Belediyesi’nin
        başına getirilen Cemil Paşa, ilk defa Batılı anlamda
        bir konservatuar kurma projesi başlatmıştı. Belediye
        kurultayı bu öneriyi destekledi ve üyelerden Tevfik
        Amir Bey bu konuda büyük bir çaba gösterdi. Ağustos
        1914’de proje onaylandı ve İstanbul Belediyesi, bu
        iş için yılda üç milyon Türk Lirası (Ellibeşbin
        Alman Markı) ödenek ayırdı. Bu konu, o tarihte Alman
        gazetelerinde de haber olarak yayınlanmıştı. Batılı
        tarzda bir tiyatro kurmak için daha önce de
        teşebbüsler olmuştu. Namık Kemal, Recaizade Ekrem,
        Ebuzziya Tevfik ve Şemsettin Sami, 1869 yılında bir
        araya gelerek bu konuda çalışma yapmışlar; fakat
        Sultan II. Abdülhamit buna izin vermemişti. Gerçi
        Türk gençlerinin sarayda Batı tarzı oyunlar
        oynadıkları bilinmektedir; fakat bu sarayla sınırlı
        kalmıştır. Saray dışında ise geleneksel Türk
        Tiyatrosu zaten yapılmaktaydı. Bu anlamda Cemil
        Paşa’nın girişimi, saray tarafından engellenmeyen
        ilk girişimdir.Konservatuar’ın bilinçli ve düzenli
        gelişmesi için, dünyaca ünlü tiyatro ustası André
        Antoin’ın konservatuarın başına getirilmesi
        kararlaştırıldı ve 3 Haziran 1914 tarihli kurul
        kararı ile Antoin’ın geliş-gidiş ve
        İstanbul’daki üç aylık giderleri için onikibin
        Frank ödenek ayrıldı. Paris Elçiliğimiz kanalıyla
        Mösyö Antoin’a bir davet mektubu iletildi. Mektup
        özetle, Odeon Tiyatrosu Müdürü olan Antoin’ın
        İstanbul’da bir konservatuar tesisi için sözleşme
        yapılması ile ilgilidir. Tarih 7 Haziran 1914’tür ve
        imza yine Cemil Paşa’nındır.Mösyö Antoin, bu
        daveti kabul ederek 28 Haziran 1914 tarihinde
        Konvensiyonel Treni ile İstanbul’a geldi ve hemen
        çalışmalarına başladı. Konservatuara, Darülbedayii
        Osmani, yani “Osmanlı Güzellikler Evi” ismi
        verildi. Bu isim Namık Kemal Bey’in oğlu Ali Ekrem
        Bey tarafından bulunmuştur. Darülbedayi iki bölümden
        oluşuyordu: Müzik ve Tiyatro. Müzik Bölümü, Batı
        ve Türk Müziği olarak ikiye ayrılmıştı. Tiyatro
        ise tamamen Batılı tarzda tesis edilmiş ve haklı
        nedenlerle çeşitli eleştirilere sebep olmuştu.
        Darülbedayi, geleneksel Türk tiyatrosunu bünyesine
        almamıştır; bunun eksikliği de günümüze kadar
        gelmiş, geleneksel Türk tiyatrosu yeterince
        değerlendirilememiştir.Darülbedayi’nin ilk yönetici
        kadrosu şu şekilde oluşmuştu: Genel Yönetmen André
        Antoin, Genel Yönetmen Yardımcısı ve Temsil Kolu
        Başkanı Reşat Rıdvan Bey ve Müzik Bölümü
        Başkanı Ali Rıfat Bey.Türk Müziği Bölümü
        eğitmenleri, Zekaizade Ahmet Efendi, Rauf Yekta Bey,
        Cemil Bey, Leon Hancıyan, Dr. Suphi Bey, Şevket Gevay
        Bey, Zeki Bey, Ahmet Kadir Kemali Bey, Sadettin Bey,
        Hafız Yusuf Efendi ve İsmail Hakkı Bey’dir.Tiyatro
        Bölümü eğitmenleri ise, Mınakyan, Burhanettin Bey,
        Ahmet Fehim Efendi, Rıza Tevfik, Şahap Rıza, Salih
        Fuat, Mösyö Rioti, Sadık Bey, Erif Hikmet ve Kemal
        Emin Bey’dir. Yardımcıları da, Muhsin Ertuğrul,
        Halit Fahri Ozansoy, Celal Tahsin ve Hakkı Tahsin
        Beyler’dir.7 Temmuz 1914 tarihinde Belediye, gazetelere
        Darülbedayi’ye öğrenci kabulü için ilan vermeye
        başladı. İlan üzerine sınava girmek için 197 kişi
        kayıt yaptırmıştı. İlk sekiz numara kadın adaylara
        verilmiş, diğer numaralar ise erkek adaylara
        dağıtılmıştı; erkeklerde birinci sırada Muhsin
        Ertuğrul ismi vardır. O dönemde tanınmış isimler de
        sınava katılmıştır: Bayan Nivart, Sara Mannik, Mari
        Mineyan, İda, Roza, Efraz, Beatris Adriyan, Eliza
        Binemeciyan Hanımlar ile Ali Naci, Peyami Safa, Halit
        Fahri, Behzat Haki, İ. Galip Arcan, Fikret Şadi ve Emin
        Belli.Hamlet’ten bir bölüm ile sınava katılan
        Muhsin Ertuğrul ilk elemede sınavı kazandı. Mösyö
        Antoin, Ferah Sahnesi’nde Muhsin Ertuğrul’u ilk kez
        izlemiş, çok beğenmiş ve kendisine özel ilgi
        göstermişti. Antoin’ın izlediği oyun H.
        Bernstein’ın “La Griffe” adlı eseriydi ve Muhsin
        Ertuğrul henüz 22 yaşındaydı.Darülbedayi sınavına
        katılan bütün bayan adaylar Hıristiyan azınlık
        mensuplarıydı; bir tek Müslüman bayan dahi sınavlara
        katılmamıştı; çünkü o yıllarda Müslüman
        kadınların sahneye çıkması günah sayılıyordu.
        Ayrıca toplum açısından da ayıp bir şeydi. Mösyö
        Antoin bu konuda çok sıkıntı çekmiş ve 18 Ağustus
        1914 tarihinde Cemil Paşa’ya bu konu ile ilgili bir
        mektup yazmıştı. Özetle, bayan eleman sorunu
        olduğunu, müracaat eden sekiz bayandan üçünün
        sınava katılmadığını, diğer beş bayanın Ermeni
        olduğunu; bu kişilerin çeşitli tiyatrolarda
        çalıştıklarını, içlerinden sadece birinin kayda
        değer olduğunu bildirmişti. Oysa Mösyö Antoin’a
        verilen bilgiye göre 1914 yılında İstanbul’da
        tümü Ermeni vatandaşı olan otuz kadar profesyonel
        bayan sanatçı vardı ama bunlar çeşitli tiyatrolarda
        çalıştıkları için sözleşmeliydiler. İsteseler
        bile sınava katılamazlardı. Bu durumda Mösyö Antoin
        şöyle bir öneride bulundu: “Ağustos ayından
        itibaren konservatuar ehliyeti olmayan hiçbir kadın
        veya erkek oyuncu özel tiyatroda çalışamaz.” Böyle
        bir kanun çıkarılırsa, hem öğrenci problemi
        çözülecek, hem de herkes eğitim göreceği için
        kalite de yükselecekti. Ancak kanun o dönemde
        çıkmadı; zaten ilk sınavlar da bitmişti. Tüm
        olumsuz koşullara rağmen tam faaliyete geçilecekti ki,
        Birinci Dünya Savaşı çıktı ve Osmanlı
        İmparatorluğu Fransa’nın karşısında yer aldı.
        Dolayısıyla Mösyö Antoin da çalışmalarına ara
        vererek İstanbul’dan ayrılmak zorunda kaldı.4
        Ağustos 1914 tarihinde Belediye, İstanbul gazetelerine
        ilan vererek Darülbedayi’nin açılışının
        ertelendiğini bildirdi. Bu ilan üzerine öğretmen ve
        öğrencilerden bir bölümü Osmanlı Donanma Cemiyeti
        Tiyatro Topluluğu’na katılarak Ferah Sahnesi’nde
        çalışmalar yaptılar.Bu arada kapanması gündeme
        gelen Darülbedayi, dönemin belediye başkanı olan
        İsmet Bey’in çabalarıyla tekrar hareket kazandı.
        Kasım 1914’de başlayan çalışmalar Ocak 1914’de
        tamamlandı. Tüm ayrıntılar hazırlanıp düzenlemeler
        yapıldıktan sonra ilk yönetim kurulu toplantısı 7
        Mayıs 1915’de gerçekleştirildi.Reşat Rıdvan Bey,
        20 Türk Lirası aylıkla yöneticiliğe atandı,
        uygulama niteliğinde ilk sahne çalışmaları
        başladı. İlk gösterim 1916 yılında
        gerçekleştirildiyse de, halka açık
        değildi.Darülbedayi, ilk binası olan
        Şehzadebaşı’ndaki Letafet Apartmanı’nda aylar
        süren çalışmalarla hazırlandığı, Emile
        Fahre’nin eserinden uyarlanan “Çürük Temel” (La
        Maison D’Argile) isimli oyunla ilk kez 20 Ocak 1916
        yılında, Tepebaşı Kışlık Tiyatrosu’nda
        perdelerini açtı. Bu ilk oyun, Asker Ailelerine Yardım
        Cemiyeti yararına oynanmış; haftada bir gün, gündüz
        bayanlara, gece ise erkeklere olmak üzere iki defa
        sahnelenmişti.Darülbedayi, 1927 yılına kadar bir çok
        sorun yaşadı ve ancak o yıllardan sonra düzenli bir
        çalışma dönemine girdi; çok başarılı oyunlar
        sahnelendi ve kaliteli elemanlar yetiştirildi. 1931
        yılında adı Şehir Tiyatrosu olarak değiştirilmesine
        rağmen yıllarca Darülbedayi olarak anılmaya devam
        etti. Yüzlerce sanatkâr yetiştiren, “güzellikler
        evinin” öyküsü kısaca böyledir.Milyonlarca insana
        yıllar boyu mutlu saatler yaşatan Darülbedayi’nin
        kurucularını ve emek verenlerini saygıyla anıyoruz 
        
        
        
            Afife Jale  
                (1902-24 Temmuz 1941) Istanbul'da dünyaya gelen
                Afife Jale, Dr. Sait Paşa'nın torunudur.
                Kafında ve düşlerinde olan tiyatro sevgisiyle
                1918'de, Türk ve müslüman kadınlarının
                sahneye çıkmaları yasak olan bir dönemde
                Darülbedai'ye (Şehir Tiyatroları) alınmak
                üzere acılan sınava girer.  
                Prof. Metin
                And, Türk Tiyatrosu Tarihi kitabında o dönemi
                "1920 yılında Darülbedayi, Hüseyin
                Suat'ın "Yamalar" adlı oyununu
                Kadıköy'deki Apollon Tiyatrosu'nda (simdiki
                Reks Sineması) sahneye koyuyordu. Bu oyunda Emel
                adlı kızı oynayan Eliza Benemenciyan
                topluluktan ayrılıp yurt dışına gittigi icin
                bu rolü yüklenecek bir bayan aranıyordu. bu
                rol icin secilen Afife, "Jale" takma
                ismiyle Kadıköy'de Apollon Tiyatrosu'nda
                sahneye cıkar. O tarihi geceyi, altı yıl sonra
                Refik Ahmet sevengil'e anlatırken "Hayatımda
                mesut olduğum ilk gece..." diyordu;
                "Sanatın, ruhuma verdiği güzel
                sarhoşluk icinde idim. Opiyekte güzel bir sen
                (scene:sahne) vardır; ağlama sahnesi...Orada
                taşkın bir saadetle ağladım. Sahiden
                ağladın...Alkış,alkış, alkış...Perde
                kapandı; açıldı, bana cicekler getirdiler.
                Muharrir Hüseyin Suat bey, kuliste bekliyormuş;
                ben çıkarken durdurdu; alnımdan öptü:
                "Bizim sahnemize bir sanat fedaisi
                lazımdı; sen işte o fedaisin."
                dedi.Daha sonra "Tatlı Sır" ve
                "Odalık" oyunlarında da polis
                baskını ve kogusturmasılya karşılaşır.
                İcişleri Bakanlığı'nın gönderdigi bir
                genelgeyle Müslüman kadınların sahneye
                çıkmaları yasaklandı. Ancak bu işin bir de
                geçmişi vardı. 10 Kasım 1918'de, Behire,
                Memduha, Beyza, Refika ve Afife stajyer kadrosuna
                alınmıslar, ötekiler işi bırakmışlardı.
                İkisi de sahneye çıkarılmamışlardı. Refika
                suflör olarak çalışıyordu. Tüm baskılara
                karşın bundan sonra burhanettin Topluluğunda
                Seniye, Yeni Sahnede Şaziye (Moral), Münir
                (Neyire Neyyir), Bedia (Muvahhit) Milli Sahne'de
                Huriye ve Hikmet, Ruhat gibi Müslüman Türk
                kadınları Afife'yi izlediler" diye
                anlatır.  
                Neziha
                Araz'ın kaleminden Afife şöyle sesleniyor.
                "Beni acıyarak değil, düşünerek
                severek, kucaklayarak hatırlayın. Tiyatro varsa
                ben varım" inancı ve askıyla
                yaşıyordu Afife, "Omak ya da olmamak"
                işte gercek buydu onun icin. "Olmak"la
                sanatını icra etmek esanlamlıydı, bu esanlam
                da tiyatroydu. Toplum hayatında ilk olmak; yani
                onun deyimle "ilk ateşi yakmak","
                ilk türküyü söylemek"," ilk aşkı
                ya da direnişi baslatmak" bir olaydı ve
                bunun her zaman bir bedeli vardı. İlkler yol
                boyu bu bedeli ödediler."  
                Bu zaptiye
                baskının ilkinde Afife arkadaşlarınca
                kaçırılmışsa da daha sonra sokakta polisce
                yakalanarak karakola götürülür. "Dinini,
                milliyetini unutan sen misin?" diye
                hırpalanır. Aile içinde babası da onun
                tiyatrocu olmasına karşıdır. babanın
                gözünde Afife artık fahisedir. Evden de ayrı
                yaşamak zorundadır. Bu ara yine şehremaneti
                (Şeyhülislamlık) ve softa zihniyet baskısıla
                Darülbedai'deki ücretli görevine de son
                verilir. Güvencesiz ve parasızdır. Önüne
                gecilmeyen şiddetli basağrıları baslar.
                Hekimi morfinle tedavi yoluna giderek büyük bir
                yanlışlık yapar. Bunun sonucu Afife artık bir
                morfinmandır. Bu nedenle yaşamının son
                yıllarını Bakırköy Akıl ve Sinir
                Hastanesinde geçirir. 24 Temmuz 1941 günü
                henüz 39 yaşındayken özgürlüğü icin,
                sanat yeteneklerini kullanamayarak , ama
                kahramanca savasan bir öncü kadın olarak
                yaşamını bitirir.  (Y. Notu: Kadıköy'de
                Sakızgülü Sokağı'ndan gecerken Afife'ye
                selam durun!)  
                  
                
                    
                         DARÜLBEDAYİ'DEN
                         
                        ŞEHİR
                        TİYATROSU'NA  
                        ŞEHİR
                        TİYATROSU 1914'DEN BU YANA  PERDE
                        AÇIYOR  
                         | 
                     
                    
                         1914
                        yılında Belediye Başkanı Cemil
                        (Topuzlu) Paşa, belediye meclisinden
                        çıkardığı kararla, bugünkü Şehir
                        Tiyatroları'nın temeli olan Osmanlı
                        Güzellikler Evi anlamına gelen Darülbedayi-i
                        Osmani'nin kurulmasını sağlar. 
                        Eğitim amaçlı bu kurumun
                        yöneticiliğine de dünyaca ünlü
                        Fransız tiyatro adamı Andre Antoine
                        atanır. Ancak Birinci Dünya
                        Savaşı'nın çıkması, Fransa ve
                        Osmanlı devleti'nin karşı saflarda yer
                        alması sebebiyle kısa bir süre sonra
                        Andre Antoine Fransa'ya döner. 
                        Bir süre bocalayan kurum Raşit
                        Rıza'nın (Samato) çabalarıyla yeniden
                        toparlanır. 
                        Şehzadebaşı'nda kiralanan Letafet
                        Apartmanı'nda Tatbikat Sahnesi adı
                        altında yapılan çalışmalar daha
                        sonra tiyatronun simgesi haline
                        dönüşen ve 1970 yılında teknik
                        sebeplerden ötürü terkedilen
                        Tepebaşı Tiyatrosu'nda devam etti. 
                        Tepebaşı Tiyatrosu uzun yıllar
                        yönetim merkezi olarak da hizmet verdi. 
                        Ocak 1916'da sahnelenen Çürük Temel
                        oyunuyla profesyonel bir tiyatro
                        topluluğu durumuna geldi. 
                        Daha sonra pek çok sahnede
                        çalışmalarını sürdüren topluluk
                        1931 yılında resmen
                        İstanbulBelediyesi'ne bağlandı ve 1934
                        yılında İstanbul Belediyesi Şehir
                        Tiyatroları adını aldı. Aynı yıllar
                        Şehir Tiyatrolarının düzenli olarak
                        çocuk oyunlarının da sahnelenmeye
                        başladığı yılar oldu. 
                        Son yıllarda Türk tiyatrosundaki
                        değişim ve seyirci yönelişini
                        gözönüne alan Şehir Tiyatroları,
                        yerli ve yabancı yazarlardan oluşan
                        geniş bir repertuvarla İstanbul
                        seyircisinin yanı sıra turnelerle de
                        diğer kent ve ülkelerdeki
                        tiyatroseverlerle de buluşmaktadır. 
                        Bugün beş tiyatroda altı sahnesi olan
                        Şehir Tiyatrolar, hergün 1600
                        civarında İstanbul seyircisine perde
                        açıyor. 
                         | 
                     
                 
             
         
         |