Hadi gelin üstüme...


Otuz yıldır Fransa'da önemli tiyatro başarılarına imza atan Ulusoy, Alman yazar Bücher'in tamamlayamadan yaşama veda ettiği oyunu Woyzeck'i yeniden yarattı.

Mehmet Ulusoy kızgın. Otuz yıldır Fransa'da büyük emeklerle ayakta tutmaya uğraştığı, kendi adını taşıyan tiyatrosu zor durumda... Bu zor durumu aşmak için Türk hükümetinden küçük bir destek istemiş, ama bir sonuç çıkmamış. Burnundan soluyor Ulusoy.

"Nâzım'ın 'Vatan Haini' diye söz ettiği işte bunlar" diye başlıyor söze. "Moliere'in Kibarlık Budalası'nı sahnelediğimizde Fransa'da 'Comedie France, bu yorumu görüp, kendi yorumlarını bir daha düşünsün' diye yazılar çıktı. Makedonya'da da bir oyun sahneye koyduk. Bunlar hep Osmanlı'nın 700. yılı içindi. Hepsinin parasını Fransız hükümeti karşıladı. Sadece bu yıl tiyatroyu ayakta tutmak için Türk hükümetinden masrafların onda birini karşılayacak destek istedim. Vermediler. Bu ayıptır. Avrupa'ya girmekten söz ediyor bu ülke. Ben bir Türk olarak Avrupa'nın en iyi tiyatrosunu yapıyorum. Otuz yıldır Fransız basınında Türk ismi, tiyatrom sayesinde yaşadı. Bu küçük desteği reddedenler vatan haini" diyor Ulusoy.

Beckett'in hocası...

Ulusoy'un bu anlattıkları, üzerine konuşacağımız Alman yazar Büchner ve kahramanı Woyzeck'in yaşadıklarına benziyor bir bakıma. Değerli bir bilim adamı olan Büchner'in toplumda yalnız ve çaresiz kalması gibi, Ulusoy da tiyatroya verdiği otuz yıllık emeğe karşın "desteksiz" bırakılmış hissediyor kendini...

Absürd tiyatro deyince akla Adamov, Beckett gibi ünlüler gelir de Büchner unutulur kimi zaman. Bir de Adamov'a kulak verin, bakın Büchner için ne diyor: "Biz onun sayesinde 'absürd'ü öğrendik."

Mehmet Ulusoy da yazarı anlatırken benzeri cümleler kuruyor: "Beckett ve Adamov'dan önce absürd'ün temellerini atmış Büchner. 23 yaşında yaşama gözlerini yummuş. Eğer daha fazla yaşasaydı ikinci Shakespeare olacaktı." Üstelik dışavurumcular, gerçekçiler, Brecht'çiler, absürd tiyatroyu benimseyenler aynı anlamda Büchner'den etkilendiklerini söylüyorlar. Ulusoy'a göre bu, Büchner'in dehasının kanıtı. "Woyzeck'i sahneye koyduğum zaman, 'neden bu kadar genç öldü bu adam' diye bir kez daha yandım. Kim bilir daha neler yazacaktı yaşasaydı. Onun yaşadığı dönemde köylüler Almanya'da çok kötü bir hayat sürüyor, hem toprak ağalarına hem de dükalara vergi veriyorlar. Büchner, bir papazla birlikte bir bildiri yazıyor. 'Adalet, prenslerin orospusudur' diyor bildiride. Bunu yazdıktan sonra başı belaya giriyor. Avusturya'ya kaçıyor. Pek dayanamıyor ve ölüyor. İşte o bildiri, bugün bile geçerli. Avrupa'da da Türkiye'de de" diyor sanatçı.

Büchner, oyunda 'sıradan adam' Woyzeck'le, onu kullanan ve ezen üst sınıfı karşı karşıya getirmiş. Ve başlamış Woyzeck'in elini kolunu bağlayan bu sınıfı amansızca eleştirmeye, keskin bir dille yermeye... Kısacası Woyzeck'e ruhundan bir parça verip, ona, kendi söylemek istediklerini söyletmiş Büchner.

Oyun yarın kalmış

Er Woyzeck'i ve onun öyküsünü, babasının anlattığı bir öyküden yola çıkarak yazmaya koyulmuş Bücher. Babasının hikâyesine göre, Woyzeck isimli bir berber toplumun baskısından çıldırıp, kendisini aldatan karısını öldürmüş. Ancak mahkeme yapıldığı zaman, akli dengesi yerinde olmayan bir adamın idam edilmesine karşı çıkmış herkes. Bir doktor, Woyzeck'in deli olmadığına dair bir rapor yazdığı için adamcağızın boynu vurulmuş.

Öyküden yola çıkarak oyunun taslağını hazırlamış ünlü yazar. Ama ömrü metni bitirmeye yetmemiş. Onun ölümünden sonra kardeşi bu notları bularak biraraya getirmiş.

İşte Mehmet Ulusoy da, aslında sonu bile belli olmayan bu oyunu kendince getirdiği yorumla sunuyor İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları Muhsin Ertuğrul Sahnesi'nde... "Çok iyi bir ekiple çalıştık. Oyuncularla birlikte yarattık oyunu. Bir saat yirmi dakika sürmesi gereken oyun, bizim yorumumuzla iki buçuk saat devam ediyor. Oyunun içine daldık. Hayatımdaki ender sayıdaki güzel deneylerden birisidir" diye anlatıyor oyunun hazırlık aşamasını Ulusoy.

İki saat yirmi dakika boyunca er Woyzeck'in gerçek ve gerçekdışı arasındaki bir dünyada var olma çabasını izlerken, 'güleriz ağlanacak halimize' deyiminin tiyatro dilindeki karşılığı olan grotesk uslıba tanık oluyoruz. Kafkas Tebeşir Dairesi, Kibarlık Budalası gibi oyunlarında olduğu gibi hem bir sirk havası yaratıp, aynı zamanda anlattığı kahramanın yaşadıklarının acısıyla içimizi burkan Ulusoy "Grotesk, sanatın en üst noktası. Ben hep bu noktaya ulaşabilmek için çalıştım. Umarım başarmışımdır" diyor.

Kolay olanın peşinde değil Ulusoy, izleyiciden 'dikkat' istiyor. Konu, izleyicinin zor oyunları tercih etmediğine gelince, yine sinirleniyor: "Televole gibi boktan işler mi yapayım yani! Ben sansürcü olsam, bu programları yasak ederim. Halkı aşağı seviyerele indiriyorlar. Yazık, ayıp. Bu ahlâksızlık..."

Sahnedeki Woyzeck, yıllar önce yaşadığı öne sürülen, 'toplum baskısı altında ezilmiş bir adam'. Peki ya bugün? Aynı Woyzeck gibi, kimlik arayışı içindeki çağdaş insanın da çevresine yabancılaşması kaçınılmaz değil mi?