...........................................'Kahpe'lere pek bi güldük...


Gişe rekorları kıran 'Kahpe Bizans'la başlayan sezonda Zeki Ökten'in 'Güle Güle'si hepimizi ağlattı.

'Güneşe Yolculuk', 'Melekler Evi' ve "Oyunbozan'la güncel politikaya daldık.İşte 2000'de Türk sineması. Türk sineması malum, son beş-altı yıldır klasik bir formülün peşinde: Medyatik isimlerle dolu bir kadro, popüler konular ve genellikle komedi formatında filmler. Bu basit denklemin sonucunda, gişede başarı kazanıldığı düşünülüyor. Eh, rakamlar da bunu doğrular nitelikte. 1992'de 'Amerikalı'nın gişe başarısıyla başlattığı yoldan bugüne kadar 'İstanbul Kanatlarımın Altında', 'Ağır Roman', 'Propaganda' gibi yapıtlar geçti. Ve bu süreç 'Eşkıya'yla da tavana vurdu. (Ama 'Eşkıya'nın yukarıda belirttiğimiz formüle itibar eden bir film olduğunu iddia edemeyiz.)

Bu mantığın uzantısı olarak bu yıl 'Kahpe Bizans'la haşır neşir olduk. Son dönemin en çok iş yapan filmi olan 'Kahpe Bizans', çekim aşamasından itibaren medyanın en gözde konusuydu. Kadrodaki 'Televolelik' isimlerle tanıtım sorununu çoktan çözmüştü. Peki ya içerik? Kişisel olarak kadronun yapısı ve promosyon teknikleri beni fazlaca ilgilendirmiyor. Eğer içerik açısından meseleler halledilmişse, sorun yok. Filmin yönetmeni Gani Müjde, bilindiği gibi yeni Türk mizahının temel kalemlerinden biri. Limon, Deli vs. gibi birçok mizah dergisinden bildiğimiz bir figür. Filminin ana iskeleti de bizim tarihsel dramaları ti'ye alma mantığına dayalıydı. Yer yer ünlü ZAZ ekolünü çağrıştıran esprilerle dolu 'Kahpe Bizans', bize kalırsa sınıfı geçmeyi hakediyordu. Toparlarsak kolej espri mantığının yerli versiyonu olarak Müjde'nin filmi, seslendiği kitlenin hislerine tercüman oluyordu.

Ya sonrası? O kadar güldükten sonra elbette ağlayacaktık. Zeki Ökten'in filmi 'Güle Güle' işte bu amaca hizmet ediyordu. Şu aralar yüreğimizi parçalayan Kent reklamının uzun versiyonunda, ölüme doğru yaklaşan beş yaşlı insanın hesaplaşmaları ön plandaydı. Yılların yönetmeni Zeki Ökten, elindeki sağlam senaryoyla Türk sinemasının en zor problemlerinden biri olan karakter tahlillerini kolayca çözmüş ve özellikle ilk yarısı itibarıyla son derece güzel, akıp giden, seyirciyi içine çeken, samimi bir film ortaya koyar gibi gözükmüştü. Ama ikinci yarı bizim teknik direktörler gibi davranıyor ve gerekli müdahalelerde bulunamıyordu. Daha doğrusu müdahaleleri oyunun ritmini ve inandırıcılığını yitirmek üzerine kuruluydu. Seyirciden önce, filmin karakterleri birbirine ağıt yakıyor ve gereksiz bir gözyaşı bombardımanı salonu sarıyordu. Klasik anlatımıyla 'Güle Güle' boşa gitmiş bir projeydi ama Antalya jürisinden "En İyi Film" dalında ödül almayı bildi.

Ve sezonun üzerinde en çok konuşulan bir başka filmi, halen gösterimde olan 'Dar Alanda Kısa Paslaşmalar'. İlk uzun metrajlı çalışması 'Gemide'yle eleştirmenlerin gönlünde taht kuran Serdar Akar, 1980'lerin başında küçük bir semt futbol takımı eşliğinde artık çok uzakta gibi görünen kimi değerleri sorguluyordu. Futbolun yanı sıra 80'lerin insan ilişkileri perdedeydi 'Dar Alanda Kısa Paslaşmalar'da. Oyunculukları, hüzünlü öyküsü ve sıcak anlatımıyla bize göre yılın en iyisiydi Akar'ın yapıtı.

 

Dr. Ersin, Mr. Kadayıf

Ve bir başka gişe başarısı: 'Abuzer Kadayıf'. Önce polemikleriyle gündeme gelen film, bir sosyoloji profesörünün, kılık değiştirerek geceleri arabesk şarkıcısı olması üzerine kurulu bir öyküye sahipti. Tunç Başaran'ın filmi toplumsal eleştiriye soyunuyor ama bunu yaparken Jacoben Kemalist bir mantığa yakın duruyordu. Aslında film de, eleştirdiği halk yığınları gibi karakterlerinden şarkıcı olana daha fazla sempati gösterir gibiydi.

Siyasi açıdan en ilginç deneyi de Yeşim Ustaoğlu'nun 'Güneşe Yolculuk'unda yaşadık. Biri ülkenin batısından Mehmet, diğeri doğusundan Berzan... Sistem, onlara, görüntüleri itibarıyla aynı mesafeden bakıyor. İki farklı kültür temsilcisinin dostluğu üzerine kurulu film, siyah-beyaz ayrımların üstesinden gelemiyordu. Yer yer Batılı entelektüellere seslenen kadrajlara sahip 'Güneşe Yolculuk' yine de bugünkü siyasal ortamımız içinde cesur bir girişimdi.

Bazen çok zekici espriler, bazen de son derece amatörce, "bunu nasıl yaparlar" şeklinde düşüncelere sevk eden, ama gencecik bir kadronun elinde çıkma 'Fasulye', sezonun farklı tatlar içeren filmlerindendi. Ömer Kavur'un klasik mistik arayışlarını güncel politik olaylar eşliğinde gündeme getiren 'Melekler Evi' ise yönetmeni adına ciddi bir geri adımdı. Hele hele Hande Ataizi...

Yakın siyasal geçmişimizin yaralarına son derece kabaca parmak basan, hiç bir anında inandırıcılığı olmayan ama olayın kendisinden dolayı insanı hüzünlendiren 'Eylül Fırtınası' da, bir başka hayalkırıklığıydı. Ve faali meçhul cinayetleri üç-beş zırtapoz mafya bozuntusuna bağlayan, 'Abuzer Kadayıf' benzeri bir Kemalizm'e soyunuyordu 'Oyunbozan'. Okan Bayülgen'in sinemadaki en iyi performansını da heba eden film, yılın vasatları arasındaydı.