...........................................................'Başkaldıramayan' haydut


Tiyatro bir akıl hastanesine dönmüştü.

Faltaşı gibi açılmış gözler, sıkılmış yumruklar, boğuk çığlıklar, yere vurulan topuklar... Birbirini tanımayan insanlar hıçkırıklara boğularak birbirlerinin boynuna sarılıyor, bir kadın bayılacakmış gibi yalpalayarak kapıya hücum ediyordu. Tam bir karmaşa yaşanıyordu. Bu sözler 13 Ocak 1782'de 'Haydutlar'ın ilk sahnelendiği akşamın atmosferini yansıtıyor.

Oyunun Mannheim'deki prömiyerinden önce tiyatronun müdürü, 'Haydutlar'ın politik içeriğinden çekindiği için, olayları Ortaçağ'da geçirmesini istemişti genç yazardan. Schiller, bu sahneleme için metin üzerinde çeşitli değişiklikler yapmış, olayın zamanını da 16. yüzyıl olarak değiştirmişti. Buna rağmen o sırada askeri doktor olan yazar, oyunu izlemeye Mannheim'a izinsiz gittiği için, tabii aslında isyanı destekleyen oyunu büyük başarı kazandığı için Dük tarafından hapis cezasına çarptırılmış ve oyun yazması yasaklanmıştı.

Peki neyi anlatır, yazarını yurdundan eden, yazma yasağı getiren 'Haydutlar'?

Zorba yönetime başkaldıran, özgürlüğü arayan Karl, doğayı sınırlayan, onu biçimlendiren her türlü kalıba, yasaya başkaldırma eylemi olarak gelişen Fırtına ve Atılış akımının yaşam felsefesini temsil eder. Duyguları ve sezgileriyle hareket ederek yasalara karşı gelir. Ona göre yasalar, insanın iradesini bir korse gibi sıkar, coşkunluğunu engeller. Bu yüzden mutlak adaleti, mutlak ideali yeryüzünde gerçekleştirmek uğruna tüm kurallara ve kaba güce karşı çıkar. Kardeşi Franz ise iktidarı ele geçirebilmek için her yolu deneyen, her kötülüğü yapan bir nihilisttir.

Türkiye'de en son 1970'te sahnelenen Schiller'in siyasi tezli oyunu, aynı zamanda bir aile melodramı olma özelliğini taşır. Babasının mirasına ve gücüne konmak için kardeşine iftira atan, onun parası ve gücünün yanı sıra nişanlısını da elde etmeye çalışan Franz, toplum düzenindeki aksaklıkları çeteye katılarak düzeltmeye çalışan Karl, oğullarını yanlış tanıdığı, hatalı davrandığı için Franz tarafından bir kenara atılıveren acılı baba Moor Kontu arasındaki ilişki, oyunun ailevi boyutunu oluşturur.

Dil ve içerik açısından güçlü bir metin 'Haydutlar'. Almanya'daki çeşitli sahnelemelerinde, Neo-nazilerle punkçılar arasındaki şiddet gösterisi olarak, iyi niyetle başlayıp sonu kötü biten bir gençlik ayaklanması olarak ya da bugünkü toplumun ütopyasızlığı ve gündelik yaşamın yabancılaştırmasının eleştirisi olarak yorumlanmıştı...

İstanbul Devlet Tiyatrosu'nda Bozkurt Kuruç'un sahnelediği 'Haydutlar'da ise ne aile dramının altı çizilmiş, ne toplumsal sorunların, ne bireysel özgürlük mücadelesinin. Oyunun yükünü omuzlaması gereken oyunculardan Mustafa Uğurlu, sürekli entrikalar çevirip insanların hayatıyla oynayan kötülük timasli nihilist Franz'ı oynamıyor da, sanki bir Musahipzade oyunundaymış gibi rol yapıyor. Ağzından dökülen sözlere bakıyoruz, evet, Schiller'in sözleri. Bir de tavırlarına, oyunculuğuna bakıyoruz, gülmekten başka bir şey gelmiyor elimizden. Kahramanların kişiliklerinin derinlerine inilmeyen sahnelemenin zayıflıkları doğal olarak oyunculuklara da yansıyor. Mustafa Uğurlu hoplaya zıplaya oynarken, Karl'da Şahin Çelik, canlandırdığı karakterin neden haydutların arasına karıştığı, amacının, idealinin ne olduğu hakkında en ufak bir ipucu vermiyor. Her defasında sisler arasında çıkan haydutların kostümleri ve perukları pek eğreti duruyor. Yapımın en başarılı oyuncusu ise Spiegelberg'i canlandıran Payidar Tüfekçioğlu. Aslında Devlet Tiyatrosu'nun başarılı oyuncularından oluşan bir kadro var sahnede. Sahnelenen metin tiyatro tarihinin önemli ve başarılı yapıtlarından biri. Üstelik aradan geçen 200 yıla rağmen bize söyleyecek çok sözü var. Oyun, 1782'da Manhheim'da, Devlet Tiyatrosu'ndaki gibi sahnelenseydi, Dük Schiller'in oyun yazmasını yasaklamayı aklına bile getirmezdi herhalde.